Yazar Saadettin Acar’ın moderötürlüğünde gerçekleştirilen “Hayatımı Yazsam Roman Olurdu” konulu söyleşide konuşan Tarık Tufan, anlam arayışına, insan olmanın ayırt edici özelliğine, bilincin doğurduğu farkındalığa, düşüş kelimesinin anlamına, ölüme ve dünyayı katlanabilir kılan şeylere değindi.

“Kütüphanede Bir Akşam” etkinliği kapsamında “Hayatımı Yazsam Roman Olurdu” konulu söyleşi ile Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Halk Kütüphanesi’nde okurlarıyla buluşan Tarık Tufan yazmanın kendi hayatındaki önemine değindi.

NEDEN HERKES YAŞARKEN BİRİLERİ YAZMAYA NİYET EDER?

Tufan, “Hem yazmak özelinde hemde genel anlamıyla Edebiyat bağlamında üzerine düşünmeye değer bir mesele şudur. Neden herkes yaşarken birileri yazmaya niyet eder? Neden herkesin yaptığıyla yetinmiyoruz? Anlatmak ihtiyacı insanda nasıl bir duygunun, varoluş ihtiyacının parçasıdır? Doğal olarak burada bir şey var. Bunu ihtiyaç diye tariflemek mümkün, anlam yüklemek muhakkak.

Diğer taraftan da yaptığı işleri olabildiğince kutsayan ve kendisini bunun üzerinden tarifleyip yukarıdan bir tür yaptığı işle iktidar kurma çabası içinde olan insanlardan olmak istemem. Yazmaya büyük kutsal anlamlar yüklemeyip de “biz yazarlar” deyip böyle bir şeye de düşmek istemem.” dedi.

Tarık Tufan, “İnsanın hayatında uğraşlar, onun arzuları, kabiliyetleri ve ihtiyaçları nispetinde meseleye şöyle bakıyorum. Bir yanı insan olarak en ayırt edici özelliğimiz şu, yaptığımız her şey bir anlam arayışına karşılık gelir. Bir yere kadar doğal olarak organizmalar olarak ihtiyaçlarımız bir yerden sonra da insan olmanın ayırt ediciliğine bağlı olarak anlam yükleme çabamız. İnsan bilim sahibi bir varlık olarak yaptığı herşeye, yaşadığı her ana bir anlam yükleyebilen varlıktır.

ÖLECEĞİNİ BİLEN TEK VARLIK İNSANDIR.

Bizi ayırt eden şey o anlamın, o bilincin ayırdına varabilmektir. Bilinç aynı zamanda insanın derecesini yükselten anlam ve hakikatle kurduğu ilişkide insanı yükselten bir şeydir ama aynı zamanda insan için bir acı kaynağıdır. Bilinç acıtan, insanı yaralayan bir şeydir. Bilincin doğurduğu farkındalık aynı zamanda insanın yeryüzündeki trajedisidir.

Mesela öleceğini bilen tek varlık insandır. Ölüm denilen şeyin trajedisini fark edebilen tek varlık insandır. Düşüşünün farkında olan, “Düşüş” kelimesinin altını çizmek istiyorum. Bunu Fransızların ilk varoluşçuluğu düşünür ve edebiyatçıların kullandığı anlamda söylemek istiyorum.

BİLİNÇ İNSANI YAVAŞ YAVAŞ ZEHİRLEYEN BİR ŞEYDİR

İnsanın varoluşundaki o düşüş dediğimiz şeyinde farkına varan bir varlıktır. Bilinç aynı zamanda insanı yavaş yavaş zehirleyende bir şeydir. Böyle bir bıçak sırtı durumunda insan doğal olarak bilinç sahibi bir varlık olarak düşüşünün, ölümünün farkında bir varlık olarak herşeyi anlamlı hale getirerek ancak bu düşüşten, trajediden, derin yaradan, zehirlenmeden kendisini nispeten koruyabilir. Anlam dünyaları kurarak aynı zamanda hayat dediğimiz yaşamak dediğimiz büyük acı ile yüzleşiyoruz. Çünkü yaşamak sonunda ölümün olduğu süreç olarak büyük bir acıdan ibarettir. Ancak bir onu anlam dizgesini değiştirerek tahammül edilebilir, katlanılabilir hale getirebiliyoruz. İyilik, güzellik, doğruluk, öte dünya, inanç bütün bunlar bizim varoluşumuzun anlam biçimleri olarak bize bu dünyayı katlanabilir kılan şeyler.

İNSAN ANLAMLANDIRAMADIĞINDA DELİRMENİN KIYISINA GELİR.

Benim için yazmak ve özelde hikaye anlatmak, hikaye kurmak kendimce bu anlam, hakikat dizgisini kurmanın yollarından bir tanesi. Ben bu yolu kendimce öğrendim. Bu yolun anlamlı ve değerli olduğuna inanıyorum. Bu yolun büyük romancıların açtığı yolda önemli bir anlam çemberinin içine çekebildiğini gördüm. Büyük edebiyatçılar, anlatıcılar bizi oraya çağırırlar. Tarihin içerisinde halk deyişlerinden, halk şiirlerinden, masallardan, romanlardan sinemaya kadar en modern anlatıcı biçimlerine kadar büyük anlatıcılar insanı o güvenlik duygusuna eriştirirler. Güvenlik duygusu bir huzur, mutluluk arayışı değildir. Anlamlandırma bu güvenlik duygusudur. Çünkü insan anlamlandıramadığında delirmenin kıyısına gelir.”

Editör: Feridun Özbek